…Büyük Taarruz’a Hazırlık (devamı)
M.Savunma Bakanı Kazım Özalp Cebeci hastanesini de ziyaret eder. Teğmen Refik’in hatırını sorar. İki bacağı da dizlerinin üzerinden kesik teğmen bir şey istiyor olmaktan utanarak,”İstiklal Madalyası’nı hak ettiğimi sanıyorum.”dedi. “…ondan başka bir şey istemem efendim.”
61.Tümen’in 174.Alayı’nın subayları birikmiş aylıklarını alınca topladıkları parayla orduya uçak armağan ettiler.
Padişah yaveri Albay Naci Bey Anadolu’ya geçmiş.
Binbaşı İsmail Hakkı Okday( Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu, Vahdettin’in damadı) ve Sadrazamlık Başyaveri Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey’i karşılayan subaylar bir araba bulup ikisini de Ankara’ya yolcu ettiler.
Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey ve arkadaşları bir önerge vererek Yunan zulümlerinin protesto edilmesini istemişlerdir. Yunanistan’ın açtığı basın temsilcilikleri Türk protestosunu boğup etkisiz hale getireceklerdi.
Dışişleri Bakanı Y.Kemal Tengirşeenk ve kurul üyeleri Haydarpaşa Üniversitesi gençleri tarafından büyük gösteriyle karşılandı. Hepsi İstanbulluydu. Evlerine dağıldılar. Y.Kemal, Tevfik Paşa ve A.İzzet Paşa, istediği için Vahdettin ile görüşmeye gittiler… Sessizlik iyice uzayınca Y.Kemal izin isteyerek kalktı. İki Osmanlı Paşasına terbiyesinin elverdiği ölçüde hakaret etti. Ankara Kurulunun gizli belgelerinin Katip Kemal’in elindeki özel çantada olduğu anlaşılıyordu. Vahdettin’in emri ile becerikli sivil polis kilitli görev çantasını açmıştı. 6 gizli belgenin fotoğraflarını çekiyordu. Vahdettin fotoğrafları İngilizlerin Yüksek Komseri Sir Harold Rumbold’a yolladı.
Mustafa Kemal Paşa, meclisteki konuşmasında sordu: “Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir?” Cevap olarak “Köylüler” diye bildirdiler. Söylevin bitiminden sonra yapılan seçim sonunda Rauf Bey, Meclis 2.Başkanlığına seçildi.
Binbaşı İsmail Hakkı Bey, batı cephesi karargahına atandı. Hepsi halk çocuğu olan subaylar İsmail Hakkı Bey’i yadırgadılar. 16.Tümen’in Kurmay Başkanlığı’na atanınca çok sevinecek ve koşarak gidecekti.
Mustafa Kemal Paşa Akşehir’e gelirken, Çay İstasyonu’nda 1.Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa ile görüştü: “Sürekli eleştirdiğiniz gibi askerin çoğu üniformasız. Ne yapalım? Yoksuluz, üniformamız, mataramız, palaskamız yok diye mücadeleden vaz mı geçelim? Düşmana teslim mi olalım?”
Ali İhsan Paşa irkildi: “Oo hayır.”
Mustafa Kemal: “Neden her şeyden şikayet ediyorsunuz? Pırıl pırıl bir ordunun başına geçeceğinizi mi hayal ediyordunuz? Bu ordu, milletinin kaderini paylaşan gazi bir ordudur. Tek dayanağımız son talihimizdir. Bu ordunun yarısını namusunuza emanet ettik. Bunu unutmayın.”
Görüşmelerin az da olsa Türkler lehine geliştiği bu sırada Sadrazam Tevfik Paşa İngiliz Yüksek Komiseri Sir Harold Rumbold ile çok gizli olarak konuşmak istedi. Yüksek Komiser’in ikametgahında buluşmaya karar verdiler. Tevfik Paşa konyağından büyükçe bir yudum aldı, güzel bir İngilizceyle,”…Padişah Hazretleri bir proje geliştirmişler. Lord Curzon Hazretlerine bu projeyi ulaştırmanızı rica ediyorlar.” Dedi. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının muhafazasını ebediyen İngiltere’ye vermeyi taahhüt ediyor. Muhafaza için gerekli toprakların idaresi İngiltere’ye bırakılacak. İngiltere bu amaçla kendi askerini kullanabileceği gibi Türk jandarmasını da emrine alabilir. Efendim, böylece bütün İslam aleminde İngiltere’nin Halifeliğin koruyucusu, hatta ortağı olduğunun anlaşılacağını ümit ediyor. Bu yolla, Hindistan’da vesair yerlerdeki Müslümanların İngiltere aleyhtarlığının tamamen yıkılacağını düşünüyor.” Sir Harold Rumbold inanamadı. Lord Curzon’un Barış planı bile bu kadar Türkiye’nin aleyhinde değildi. Müslümanların halifesi İngiliz himayesini kazanabilmek için istiklal hevesi içindeki bütün Müslümanları satıyor. Halifelik etkisini İngilizlerin çıkarı için kullanacağına söz veriyor. Boğazları gözden çıkarıyor. 80 yaşındaki sadrazam da bu pazarlığa aracılık ediyordu. Sir H.Rumbold,”Sizin görüşünüzü öğrenebilir miyim?”diye sordu. Tevfik Paşa, “Ben de öneriye katılıyorum.”dedi. “…yalnız bu proje hükümetimden bile gizlidir. Bu gizliliğe anlaşma imzalanıncaya kadar, majestelerinin hükümetinin de uyacağına güveniyoruz.”
“Bize güvenebilirsiniz.”
Fransız Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Poincare, Lord Curzon ve İtalyan Dışişleri Bakanı Sinyor Schanzer, üç gün içinde Türkiye ve Yunanistan’a barış şartlarını da bildirdiler. Barış şartlarının kabul edilmesi halinde, Yunan ordusu Anadolu’yu boşaltmaya başlayacaktı…
Bugün İstanbul’da Darülfünun(Üniversite) konferans salonunda ilk olarak Akil Muhtar Bey Einstein’ın izafiyet(görecelik) teorisi hakkında konuştu… Filozof Rıza Tevfik Bey:”Fuzuli Türk değil. Acemdir.” Süleyman Nazif Bey ayağa kalktı: ”Fuzuli özbeöz Türk’tür. Azeri Türküdür.” Rıza Tevfik Bey direndi. Birçok öğrenci sinir içinde ayağa kalkmıştı: ”Türk’tür!” Filozof: ”Fuzuli Türk olsa ne çıkar? Siz Türkler aranıza tek bir Fuzuli’yi almakla ne kazanırsınız? ” Bir öğrenci haykırdı: ”Sen Türk değil misin?” ”Değilim. Türk’lükten çoktan istifa ettim. Türkün kılıcından başka övünecek nesi vardı? Oda bitti. Hala İstanbul’da oturabiliyorsanız, bunu büyük devletlerin size değil, İslam alemine duyduğu saygıya borçlusunuz.” Salon karıştı. Bütün öğrenciler ayağa kalktı: ”Sus namussuz, milliyetsiz herif. ” Rıza Tevfik Bey: ”Ben sizin hocanızım.” “Artık değilsiniz! Sus!” Filozof: İngilizler burada oldukça, kimse beni susturamaz… Bana bir halt edemezsiniz. ”Öğrenciler feslerini kürsüye doğru attılar. ”Defoool! ” Rıza Tevfik sarıklı öğrenciler ile Hürriyet ve İtilaf partili oldukları anlaşılan Arapsı adamların koruması altında salonda çıkıp gitti. Öğrenciler ve bazı dinleyiciler bağırıyorlardı: ”Hain!,Satılmış!,Uşak!”…Bir öğrenci lideri,Hüseyin Daniş,Rıza Tevfik,Ali Kemal ve Barsamyan adlı Üniversite hocalarını suçladı ve beşincisi Cenap Şahabettin Bey’dir.” dedi. “Yunan ordusunun Bursa’ya girdiği gün, Cenap Şahabettin Bey derste dedi ki: Üzülmeyin efendiler, tersine memnun olun. Çünkü Yunanlılar bizim lehimize çalışıyor. Memleketi milliyetçi denilen haydutlardan, serserilerden temizliyorlar.” Tepki patladı:”Lanet olsuuun! Bu imparatorluk ve sömürge aydınları üç yıldan beri kurtuluş ümidimizi kırmaya, tarihimizi ve milletimizi aşağılamaya, istiklal fikrini öldürmeye çalışıyorlar. Artık yeter! Yeteeeeeer!” Öğrenciler, beş hoca Üniversite’den ayrılıncaya kadar dersleri boykot etmeye karar verdiler. Bütün yüksekokulların katılacakları büyük Darülfünun grevi başladı. Hüseyin Daniş ve Rıza Tevfik Beyler istifa ettiler. Başta Ali Kemal Bey, öteki üç hoca direniyordu. Rektörlük üniversiteyi geçici olarak kapattı.
İsmet Paşa rahatsızdı. Erkenden yatmak için bir çorba içmek için sofradan kalktı. M.Kemal Paşa, Halide Hanım ve Asım Bey yemeğe devam ettiler. Halide Hanım, İsmet Paşa’nın oğlundan heyecanla bahsetmesini anlattı. Mustafa Kemal Paşa’nın birden buruklaştırması Halide Hanım’ı telaşlandırdı: “Bir hata yaptım. Nedir? Lütfen söyleyin.”
“Ailesi bildirmeye cesaret edemedi. Ben de söyleyemedim. Oğlu yazık ki bir yıl önce…”
“Ahh…”
Mustafa Kemal Paşa gözlerinin dolduğu görünmesin diye başını çevirdi.
Bugün Sir H.Rumbold Vahdettin’e hükümetinin, müttefiklerinden ayrı bir antlaşma yapmak istemediğini tasarısının kabul edilmesinin mümkün görülmediğini çok nazik bir dile açıkladı…
Kaynak: Şu Çılgın Türkler– Turgut Özakman