“Bir kere alkışları kabul ettin mi kitleden? O zaman bütün yermeleri de kabul ettin demektir.” Kaç gündür kafamda Nietzsche’nin bu sözleri dönüyor. Salgın başladı başlayalı hep suçlayacak birilerini arıyoruz insanlık olarak. Bu aslında doğal bir tepki. Tepki duyulan ülke de buna bilerek ya da bilmeyerek çanak tutunca ortak düşmanda birleşmek hepimizin işine geliyor.
Biz modelimize dönelim, tehdidi altında bulunduğumuz coronavirüs salgınını ve buna karşı savunma refleksimizi Kübler-Ross modeli ile eşleştirmiş ve ilk hattımız olan inkarın geride kaldığını belirtmiştik. Çünkü artık her şeyin farkındaydık, salgın ciddiydi, görmezden gelinecek durumu yoktu, canlar almaya başlamıştı. O halde sıra öfkedeydi. Nesnesi belli olan bir öfke bu. Yasın beş evresi olan bu modelin ikinci basamağına göre, hastaya artık teşhis konmuştur, inkar hisleri yerini kızgınlık ve depresyona bırakmıştır. Hasta artık her şeye öfkelidir ama bir şeye yönelmeyen öfke çabuk tasfiye olacağından, öfkesinin nesnesi olarak bir günah keçisine ihtiyaç vardır. Çünkü salgının etkisiyle ortaya çıkan korkular ve endişeler günah keçisine duyulan öfkeyle bastırılır ve böylece inkarın devamı sağlanır. Biz de inkar dönemini mart ayında eve hapsedilip virüsün nefesini ensemizde hissettiğimizden beri bıraktık. İnkarı bıraktığımız an kendimizi kabulün şefkatli kollarına bırakamayacağımızdan inkarın başka bir formu sayılan öfke aşamasına hızlıca geçiş sağladık. Öfkenin nesnesi hali hazırda duruyordu zira.
Birleşik Devletlerde virüsün Çin laboratuvarlarında meydana getirilip getirilmediği amacıyla ciddi bir araştırmanın başladığı ilan edildi, Trump tarafından virüsün sebebi olarak Çin Halk Cumhuriyeti gösterildi hatta Dünya Sağlık Örgütünün süreci yanlı götürdüğü ve bu sebeple kendileri tarafından örgüte verilen desteğin kesileceği açıklandı. Suçlamalar haksız sayılmayabilir zira her örgüt gibi Dünya Sağlık Örgütü de dünyanın büyük güçlerinin desteğiyle ayakta kalabilir ancak. O sebeple de o örgütten büyük bir devleti zorda bırakacak bir karar almasını beklemek hayalcilik olur. DSÖ virüsün adını koyarken dahi o denli zorlandı ki defalarca değiştirmek zorunda kaldı. Diğer taraftan bakarsak da bugün dahil Trump virüsü hafife almaya devam ediyor hatta pandemi ilan edildiğinde dahi yaz geldiğinde virüsün ortadan kalkacağını ifade eden kendisiydi. Bu gelişmelerden hemen sonra İngiltere de Çin’den gelen maskelerin virüs taşıdığını açıkladı. Bundan önce de batılı devletler de Çin’den gelen ekipmanın virüs taşıdığını açıklamışlardı. Harari yazısında dünyada Covid-19’un bir siyasi krize neden olduğunu ABD’nin ebola krizinin aksine dünyanın bu salgına karşı savaşında liderliği alamadığını belirtmişti aynı zamanlarda Çin de dünyaya ekipman, tıbbi malzeme ve tıbbi personel yardımı yapmaktaydı. Çin’in dünya liderliğine soyunduğu ortadaydı ama bir sorun var, salgın için doğrudan suçlanan onun nedeni olduğu düşünülen bir ülkenin, bu salgına karşı yardım yaparak dünya liderliğini ele alması pek de mümkün değil. Çin son dönemlerde biraz olsun düzelttiği imajını, bu salgınla yerle bir etti. Artık dünyanın Çin’in liderliğine rızayla boyun eğmesi olasılıklar arasında yer almıyor.
Virüsün laboratuvar ortamında üretildiğine dair teoriler henüz bir teoriden öteye gitmedi zaten bulgularla da desteklenmedi gerçi bu tip kontrol edilemeyen ve kimi vuracağı belli olmayan bir salgını kim neden başlatmak istesin o da ayrı bir sorun. Kimi yazarlar virüsün bir amaçla üretildiği konusunda çok eminler kendilerinden. Salgının sebebi ABD diyor bazısı çünkü Çin ekonomisini böylece felç edecekmiş kimisi de Çin yaptı diyor bakın şimdi de kontrol altına aldı, dünyanın can çekişmesini izliyor. Bugün bilmiyoruz ama gerçekten bunu bu ülkelerden birisi yapmışsa insanlık olarak bugünlere varmamız büyük şansmış. Bu anlı şanlı ülkelerin elinde sadece biyolojik silahlar değil insanlığın tamamını tek tuşla yok edebilecek kitle imha silahları da var. B sınıfı filmlerdeki kötü bilim insanlarına benzer şekilde insanlığı yok edecek planı hiçbir çıkar gözetmeksizin yürütebilen organizasyonlar var ise insanlığın böylesi güçlü bir organizasyona karşı hiçbir şansı olmazdı. Ama biliyoruz ki, dünyada işler böyle yürümüyor, hatlar o kadar keskin değil. Kimi sebeplerle ulusların özellikle yönetimlerinin cinnet haline girdikleri görülmüşse de ne Çin en büyük müşterisini kaybetmek ister ne de ABD aşıya sahip olmadan küreselleşen bir dünyada sonunu hesap etmeden böyle bir çılgınlığa girişir. Öfke yaptırıyor öfke. Kızmak istiyoruz bir şeye. Önüne geçilebilirdi demek istiyoruz. Sanki o vahşi hayvan pazarından çıkan ilk salgınmış gibi davranmak istiyoruz. Neden vahşi deniyorsa yabani denmesi gerekir halbuki. Daha önemlisi oralarda neden yabani bir hayvan pazarı olduğu sorgulanmıyor. Sanki sadece Çin’de varmış gibi davranılıyor. Dünyanın en kalabalık bölgesi olan ve devasa fakir kentleri ile ünlü Uzakdoğu bu pazarlarla dolu. Kapitalizm açısından ise dünyanın o köşesi ucuz iş gücü ile ünlü. Öyle bir yer düşünün ki insanlar günlüğü bir dolara çalışıyorlar ve çalıştıkları firmalar dünyanın çoğu ülkesinden kat be kat zengin. Peki bu zenginlikten o çalışanların biraz olsun pay alması mümkün mü? Maalesef değil. Tarih üzerinde işçinin emeğine bu denli yabancılaştığı bir dönem yaşanmamıştır. İşçiler üzerinde ürettikleri markanın dahi işareti olmayan fabrikalarda ömürleri boyunca satın almalarının mümkün olmadığı şeyleri üretiyorlar. Peki bu işçinin ihtiyacı olan proteini nasıl sağlamasını bekliyor gerçek vahşi olan burjuva sınıfı? Aslında cevapları var ama bu cevabı kendileri dahil kimse duymak istemiyor.
Çin devleti de bu zenginlikten payını alıyor ama zenginliğini halkıyla paylaşmaya yanaşmıyor çünkü bu ucuz iş gücünü ve dolayısıyla yabancı fabrikaları kaybetmek demek olur. Ülkesi açısından ise bu en başta enflasyon demek ama daha önemlisi zenginleşen insanlar ve bu insanların totaliter yönetime karşı seslerini yükseltmeleri demek. Çin Halk Cumhuriyeti yönetiminin buna izin vereceğini düşünmek akılsızlık olur ama nehir de geriye akmaz. İleride bir gün olacak ancak bugün değil.. Gerekli besin ihtiyacı bir şekilde sağlanıyor. Yabani hayvan pazarlarından, oradan olmazsa böceklerden. Duymak istemediğimiz cevaplar bunlar. Duymak istediğimiz oradakilerin zevk için bu ürünleri tükettiği olmalı. Yoksa öfkemiz gerçek nesnesini bulamaz. Öfkenin var olması ve devamı için günah keçisinin bir tutam olsun haklı olmaması gerekir aksi takdirde öfke yumuşayacak ve sağalacaktır. İnsanlığa karşı söyleyecek bir sözü var, o gıdayı tüketenlerin, o virüsün insanlığa geçmesine sebep olanların. Nietzsche’nin sözünü yorarsak, bir kere kabul ettiniz mi oradan gelen ucuz ürünleri artık o ucuz ürünlerin getirdiği hastalıkları da kabul ettiniz demektir. Hayatta hiçbir şey nimet külfet dengesinden azade değil.
Öyle ya da böyle, haklı ya da haksız, öfkenin sorunu çözmemizde bir işe yaramayacağını gördük bugünlerde. Bundan dolayı her ne kadar batılı devlet liderlerince Çin’e karşı öfke seviyesi yukarı tutulmaya çalışılsa da hasta artık öfke duyamayacak kadar yorgun. Öfke geride kaldı, şimdi sıra pazarlıkta.
Yazan: Ziya Şahin